top of page

Tarihin Yaz Kokuları

  • Yazarın fotoğrafı: 1610inspo
    1610inspo
  • 10 Ağu
  • 3 dakikada okunur

Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a!


Nedim bu dizeleri kuşkusuz bir yaz günü kaleme almıştı. Yazlar İstanbul'da hep çetin sıcaklarla geçmiş, şehrin sakinlerinin ferahlamak ihtiyacı yepyeni pratikler de getirmişti. Serinlemek için "soğukluk" denen şerbetler köşe başlarında satılır, parklar ve bahçelerde şehrin sakinlerine teslim olurdu.


Manzara seyretmek, Konstantinopolis yazlarının en büyük sefasıydı. Su ve mimarinin karışımı öylesine çekiciydi ki, şairler Boğaziçi’ni cihan imparatorluğunun yüzüğündeki mücevher olarak betimlerdi.

İngiliz mimar C.R. Cockerell: “Bol güneş ışığının ve güzel bir manzaranın keyfini Türklerden başka bilen yok gibidir” demişti.

Hubert Sattler, Boğaziçi
Hubert Sattler, Boğaziçi

Manzaralar şehrinde bakmak da konuşma ve yazı kadar bir iletişim aracıydı. Bakmanın keyfini artırmak için Türkler, bahçelerini de dünyada eşi benzeri görülmemiş renklere süslemişlerdi. Du Fresne Canaye, Osmanlıların çiçeklere mukaddes emanetlermişçesine davrandıklarını gözlemlemiştir.


ree

Yasemin, süsen, gül, leylak, kafranfil ve sümbül başkent bahçelerinin gözde çiçekleriydi. Ama hiçbir çiçek laleden daha “Osmanlı” değildi. Lalenin bilhassa daha aziz tutulmasının nedeni ismindeki harflerin Allah’ın harfleriyle aynı olmasıydı. İmparatorluk bir uçtan bir uca lale bulmak için taranırdı. Yaz aylarında güneşten korumak için keten beziyle gölge altına alındıkları bile olurdu. Lale, 16. Yüzyılda Konstantinopolis’ten Orta ve Batı Avrupa’ya dağılmıştı.



Çiçeklerin ve dolayısıyla meyvelerin bu kadar önemli olduğu ve toplumun her kesiminin ilgi ve özen gösterdiği bir kentte yaz aylarında reçel ve şerbet kokuları eksik olmazdı. Kırmızı meyveli reçellere “yakut konservesi” denen bu marmelatlar Batılıların ilgisini cezbetmiş, bu tarifleri çeşitli baharat karışımlarıyla hazırlamayı yine Türklerden öğrenmişlerdi.

ree

Her evin bahçesinde kaynayan reçeller kadar kahve kokuları da İstanbul’un imzası gibiydi. Kahve, 16. Yüzyıl ortalarında Yemen’den gelmiş, ilk kahvehane iki Suriyeli tarafından 1554’te açılmıştı. Londra ya da Paris’te kahvehanelerin ortaya çıkışından yüz yıl önce şehrin sosyal hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuş, türlü sebeplerle defalarca yasaklanmış ancak yine kendini muhafaza etmeyi başarmış bu kültür, en az lale kadar Konstantinopolis’in karakteristiği olmuştu. 1655 yılında şehre gelen Fransız gezgin Thevenot, Türklerin kahvenin şifalı olduğuna inandıklarını yazmıştı: “Zengin ya da fakir günde en az iki ya da üç fincan kahve içmeyen yok.”


“Kimisi kitap ve güzel yazı okur, kimisi tavla ve satrancını alıp gelir, kimisi de yeni şiirler getirip edebiyattan laf açar… Büyük adamlar bile buralara gelmekten kendini alamaz…” der Peçevi 19.yy'da kahvehaneler hakkında.



Varlıklı evlerde kahvenin yanında parfüm ve reçel ikram edilirdi. Reçel yaldızlı kaşıkla yenir, ellere misk kokulu gülsuyu serpilirdi. Gümüş bir kap içinde yakılan esanstan odaya hoş bir koku yayılırdı. Tıpkı Versailles’da olduğu gibi İstanbul’da da koku kişinin konumunu belirlerdi. Buna rağmen bir Müslüman geleneği olan hoş koku, zengin fakir her kesimde uygulama şekilleri farklı olsa da rastlanan bir pratikti.


Hoş Kokulu Kaçamaklar: Hamam Kültürü

Bu mermer tapınaklar, Kaliforniya’nın plaj kültürüyle karşılaştırılabilecek; banyo, masaj ve sohbetten oluşan bir toplumsal yaşamın ortaya çıkmasını sağlıyordu. Öyle ki Feldmareşal Helmuth Von Moltke, Türk hamamında yıkamayan bir kişinin ömründe hiç yıkanmamış olduğunu söylemeden edemez. Ayrıca arkadaşlık ve hasbıhal etmek arzusu, hamama gidilmesinde sağlık kadar önemliydi Türkler için. Varlıklı kadınlar, evlerinde hamam olmasına rağmen haftada en az bir kez mahalle hamamına giderlerdi. 1717-18 yılları arasında şehirde bulunan İngiliz sefirinin eşi Lady Montagu hamam deneyimini şöyle aktarmıştı: “Velhasıl burası, dünyada ne var ne yok konuşulan, skandallar icat edilen bir kadın kahvehanesi. Kadınlar bu eğlenceye genellikle haftada bir gün vakit ayırıyor ve en az dört beş saat hamamda kalıyorlar…”


Bugün turistlerin iyi bir hamam deneyimi için yüzlerce euroyu gözden çıkardıkları düşünülünce, belirli aralıklarla da olsa bu pratiği hatırlayabiliriz belki. Beyaz sabun kokuları, ılık su ve masaj, dostlarla beraber unutulmaz bir eğlenceye dönüşebilir.



Bugünün yaz sıcaklarında İstanbul’da bir serinlik arayanın nereye gideceği meçhuldür… Ancak yine de şehrin ortasında asırlık ağaçlarıyla Gülhane, Beşiktaş’ın kalbinde Yıldız Parkları insana unuttuğu serinliği hissettirebiliyor. Her türlü ihanete rağmen, bir Boğaziçi tepesinden şehre bakmak, bir iletişim biçimi olarak İstanbul’un hala en güzel pratiklerinden biri. Son olarak, Gibbon’un 1453’te yazdığı gibi, İstanbulluların ve aklı İstanbul’da olanların şunu hep hatırlamasını isteriz: “Bu şehirde yatan deha, zamanın ve talihin bütün olumsuzluklarına daima galip gelecektir.”

 
 
 

Yorumlar


Jewellery | Styling | Consulting | Stambouliote Lifestyle

Caferağa mah. Moda Bostan sok. No:26B Moda Kadıköy

info@1610istanbul.com

bottom of page